Merhaba Murat Bey. Nasılsınız, bu aralar günleriniz nasıl geçiyor?
— Benden merhabalar, bugünlerin yaygın söylemi “memleket gibiyim” desem de, umudu, iyimserliği sürdürme çabaları içindeyim. Çünkü umudun, geleceğe inancın ve çabanın olmadığı yerde sanat da var olamaz. Ve ben de yazıyor, çiziyor, okuyor ve beste yapıyorsam, geleceğe inancımı her zaman koruyor olmamdandır. Günlerim nasıl geçiyor?... Her sabah, hayatı yeniden başlatanlardanım. Müzik ve şiirin yarışa girdiği sabahlara uyanırım kendimi bildim bileli, benim doğam - hani fıtrat diyorlar ya- böyle sanırım. Her sabah yeni bir şey yazmazsam, ardından bağlamayı eline alıp o sabah aklına düşen mısralara müzik katmazsam, büyük bir kabahat işleyip, cezalandırılacakmışım gibi. Bu şekilde yaşamak da benim cezam olsun diyelim.
Müzik ve sanat gündeminizde şu sıralar neler var, neler üzerine yoğunlaşıyorsunuz?
— Bir de sürdürdüğüm öğrenciliğim var tabii, yıllar sonra ikinci bir üniversite yaşamı biçtim kendime, hukuk fakültesinde son sınıf öğrencisiyim şu sıralar, jeoloji mühendisliğini hiç yapmadım, sanatı seçtim, ama 70 yaşından sonra avukat cübbesini giymeye karar verir miyim bilemiyorum doğrusu. Galiba yeni şeyler öğrenmeyi, hayatın öğrencisi olmayı da seviyorum. Bu yıl müzik ve sanat alanı benim için hüzün dolu bir hazan mevsiminde sanki, sırasıyla pek çok dostumu, yol arkadaşımı yitirdim. Ahmet Cuhacı, Edip Akbayram, son olarak da sevgili Banu Kırbağ... O yüzden olsa gerek şimdilerde bağlamamdan hüzün notaları dökülüyor, sözcüklerim de neşeyi yakalayamıyor. Ve belki de o nedenle oyun yazmaya başladım. Tiyatroculuk döneminde yazdığım, sahnelenmiş çocuk oyunlarım vardı, bu aralar onları anımsadım ve kayıplarımın hüznünü yeni ve umut dolu çocuk oyunları yazarak telafi etmeye çalışıyorum belki de.
MESAM ailesine kalpten söylemek istediğiniz bir şey olur mu?
— Mesam’a ve yönetimine, biz müzik emekçilerine haklarımızı koruma ve savunma adına sağladığı güvence ve katkılarından dolayı yürekten teşekkür ediyorum.