ANADOLU’NUN HAFIZASINI DİJİTAL ÇAĞA TAŞIYAN BİR MÜZİK YOLCULUĞU
Çocuklukta cem ezgileriyle başlayan bir yolculuk, İstanbul’un çok sesli sokaklarında elektronik altyapılarla yeniden şekilleniyor. Alevi–Bektaşi nefeslerinden bağlamanın titreşimine, gelenekten dijitale uzanan bu köprüde hem bir müzik tutkusu hem de bir yaşam felsefesi var. Gençlerin yeni müzik arayışlarıyla buluşan bu üretim sürecini ve MESAM’a dair düşüncelerini sanatçının kendi sözleriyle dinliyoruz.
Anadolu müziği sizin hayatınızda nasıl bir yolculukla başladı?
Aslında benim için Anadolu müziği çocukluğum, evim, hatta mahallem demek. Ailemde duyduğum nefesler, türküler, cemlerde işitilen ezgiler kulağıma giren ilk melodilerdi. Zamanla bunun sadece bir müzik türü değil; bir hafıza, bir kültür ve bir kimlik taşıyıcısı olduğunu daha iyi anladım. Ortaokulda aile dostumuzun bana hediye ettiği bağlamayla bu sevdam başladı, konservatuar dönemiyle devam etti. Sonra İstanbul’da farklı çevrelerle temas ettikçe bu müziğin sadece bir coğrafyaya değil, evrensel bir hafızaya da ait olduğunu gördüm.
Geleneksel halk müziğini elektronik altyapılarla buluştururken sizi motive eden şey neydi?
Halk müziğinin özünde doğallık ve doğaçlama vardır; elektronik müzikte de aynı özgürlük hissi var. İkisini birleştirmek, bana hem köklerime bağlı kalmayı hem de dijitalleşen çağın ruhunu yakalamayı sağlıyor. Yani bir yandan geçmişin hafızasını, bir yandan bugünün sesini aynı potada eritmek diyebilirim. Hep söylediğim gibi ben bağlama aşığı bir insanım. Mesele titreşim; bağlamanın da teli titreşiyor, synthesizer da.
Müzikte frekans aslında bir saniyedeki titreşim sayısı demektir. Bağlamanın sesi doğal bir titreşime sahiptir, synthesizer’ın sesi ise daha yapay ama yine aynı mantıkla, milisaniyeler düzeyinde titreşimlerden oluşur. İkisinin de temelinde titreşim hızı var. Benim yaptığım şey, bu iki dünyayı birleştirmek.
Alevi–Bektaşi nefesleri ve deyişler sizin için sadece müzikal bir form mu, yoksa aynı zamanda bir hayat felsefesi mi?
Kesinlikle sadece bir müzikal form değil. Nefesler, deyişler bir dünya görüşü, bir yaşam anlayışı. İçlerinde insana, doğaya, adalete dair çok derin bir hikmet var. Ben müziği icra ederken sadece notaları değil, o sözlerin felsefesini de hissediyorum. Aslında müzik yaparken bir bakış açısını, bir yaşam felsefesini de aktarıyorum. Dolayısıyla hayatımın ayrılmaz bir parçası. Karacaoğlan, Yunus Emre, Fuzuli… Halk ozanlarının şiirlerini bestelerken her döneme dokunan o derinliği hissetmek çok etkileyici.
Bugünün gençleri halk müziğine nasıl bakıyor sizce?
Gençler halk müziğine aslında çok açık, fakat klasik formda değil. Daha çok başka seslerle harmanlanmış halleri ilgilerini çekiyor. Bu çok doğal çünkü bugünün dünyası da melez bir dünya. Halk müziğini kendi dillerine çevirdiklerinde daha çok sahipleniyorlar. Onların dili rap’ten elektronik müziğe kadar birçok tarzla iç içe. Ama bir bağlama sesi ya da doğru bir söz onlara ulaştığında hemen bağ kuruyorlar. Bunu sahnede çok net görüyorum.
Dijital çağda Anadolu müziğinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Dijital çağ Anadolu müziğine büyük bir alan açıyor. Eskiden lokal kalabilen bir tür, bugün dünyanın her yerine ulaşabiliyor. Spotify’dan YouTube’a, sahnelerden sosyal medyaya bu müzik artık çok daha görünür. Gelecekte daha çok işbirliği, daha çok keşif olacak. Anadolu’nun sesleri dijital çağın hızına ayak uydurdukça sınırları aşmaya devam edecek.
Son olarak MESAM için düşünceleriniz neler?
MESAM bizim ortak çatımız. Doğru işlediğinde sanatçının emeğini koruyan çok önemli bir kurum. Birliktelik içinde haklarımızı savunmak çok değerli. Ben her zaman daha şeffaf, daha kapsayıcı bir MESAM’dan yanayım. Çünkü sanatçının yalnız kalmaması, emeğinin korunması çok hayati.